Sinan TOPUZ / sinantopuz1990@gmail.com
İnsansız Hava Araçlarının (İHA) lazer menziline girmesine 30 saniye var. Lazer menzili 2.000 yarda, İHA’ların sürati ise 60 knot. 200 kW’lık bir lazer silahı ile bir İHA’yı, 2 saniyede etkisiz hale getirebiliyorsunuz. Peki, bir gemi, toplu saldırı (swarm) altındayken lazer silahı kullanarak kendine yaklaşmaya çalışan kaç İHA’yı imha edebilir?
Buna benzer sorular, şüphesiz çok yakında sorulmaya başlayacaktır. Ancak bu soru, gerçek şartlarda çok daha karmaşık hale gelecektir. Bu durumda, problemin içine; geminin lazer için üretebileceği enerji, geminin aynı anda diğer silah ve savunma sistemlerine harcadığı enerji, diğer tehdit faktörlerinin durumu, dost birliklerin koordine edilmesi, geminin manevraları gibi onlarca parametre de hesaba katılacaktır. Problemin çözümünden çıkan sonuç, geminin ve birliğin hareket tarzını oluşturur. Hareket tarzı da denizde taktik ve eğitimin girdileridir.
Günümüzde deniz harbi, dünyanın en büyük güçlerinin milyarlar yatırdıkları süper silahlarını, tekrar gözden geçirmeye zorlayacak şekilde evrim geçiriyor. Taktik, teknolojinin gelişimi ile eviriliyor. Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19) salgını ile savaşa hazırlık şeklinin de değişebileceğini, insansız araçların daha yaygın kullanılabileceğini bugünden söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Taktiğin iki seviye üzerinde konumlanan strateji, çok bilgili olmayanlarca da üretilebilir -veya üretilebildiği düşünülür ve doğruluğu hep tartışmalı olur- ancak taktik üretmek için, silahlar ve sensörlerin kabiliyeti de bilinmelidir.
Taktik; operasyonel ve stratejik planlama seviyelerinin altında kalsa bile taktik üstünlükleri ve kısıtları bilmeden strateji üretilemeyeceğini savunanlar var. Çünkü strateji, eldeki imkânların değerlendirilmesini gerektirir. Eldeki imkânların fiili olarak kullanılması ise taktiğin ilgi alanıdır. Özellikle, “aşağı yukarı denk kuvvetler arasındaki taktik sonuçlar kesinlikle stratejiyi ilgilendirir” dersek hata yapmış olmayız.
Deniz Savaşının Ruhu
Taktik ve teknolojiye olan ihtiyacı anlayabilmek için, deniz savaşının ruhu anlaşılmalı. Bu yazıda, 18’inci yüzyıldan bugüne kadar düşünce tarzının gelişimine ilişkin örnekler vermeye, taktiğin değişmeyenlerini açıklamaya çalışacağız.
Taktik, geleneksel olarak eldeki kuvvetleri birbirlerine ve düşmana göre konuşlandırma, silah ve sensörlerin kullanılma şekli manasına gelir. Bizim bu yazıda odak noktamız; fiili savaşlarda, deniz kuvvetlerinin kullanılmasına ilişkin tarihsel örneklerle birlikte öngörüler olacak. Aslında gemilerin birbirlerine yakın manevrası, taktik değil denizciliktir. Denizcilik kabiliyeti, 17’nci yüzyılın sonları ile 18’inci ve 19’uncu yüzyıl boyunca, savaş için taktik manevraların temelini oluşturmuştur.
Denizde savaş, karada olduğundan farklılık gösterir. Çünkü denizde, arkasına saklanılacak dağlar veya ormanlar yok. Aşılacak nehirler yerine, kontrol edilecek boğazlar var. Taktik, teknolojiden büyük oranda etkilenir; ancak her teknolojinin kendine özgü kısıtlamaları var. Taktiği belirleyen faktörler, ilk başlarda; iletişim kısıtları, gemi dizaynı, topçuluk ve kullanılan ham maddeydi. İletişimdeki kısıtları, filmlerde veya oynanan bilgisayar oyunlarında görmek çok da mümkün olmaz. Filmlerde, aktörlerin her şeyi bildiği kabul edilir; denizaltı dalmış durumdayken elinde telefonla herkesle konuşan komutanlar görülür ki bu durum gerçeğin yanına bile yaklaşamaz.
18’inci yüzyılda, gemiler arası iletişimin ana yöntemi sancaklardı (Kod sancakları). Sancakların diğer gemilerden görülebilmesi için, direklere çekilmesi gerekiyordu. Sancaklar çekildikten sonra, tüm dost gemiler tarafından ya görülmeli ya da sırası ile daha geridekiler de görsün diye aynı sancaklar çekilmeliydi. Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük deniz savaşı olan ve Almanlarla İngilizlerin karşı karşıya geldiği Jutland’da, İngilizlerin Almanları yenememe nedenleri arasında; emir içeren sancak işaretlerinin görülmemesi de sayılır. Yazılacak emirlerin sancaklarla ifade edilebilmesi için, İngiliz donanması sancaklara kod numarası vererek bunları kitaplaştırdı ve bazı emirlerle özdeşleştirdi. Böylece, daha az sayıda sancak ile daha kapsamlı emirler verilebiliyordu. Mesajlar, sancak kodları sayesinde çabuk yazılıyor, çabuk anlaşılıyordu. Riski ise düşmanın işaret kod kitabını ele geçirmesiydi. Sancak ile iletişimin derdi de görüş menzili ve kötü havalarda okunma zorluğuydu.
Haberleşme sorununu bilen Amiral Nelson’un en büyük erdeminin, komutanlarına niyetini, savaşın başında açık ve şüpheye mahal vermeyecek şekilde anlatması olarak nakledilir. Böylece, muhabere zorunluluğu en aza inmekte, iletişimin kaybedilmesi durumunda yapılacaklar açıklanabilmektedir. İşte doktrinler de bu amaca hizmet ediyor. Fikir ve fikrin üzerinde eğitim birliği sağlamak, doktrinin temelini oluşturuyor.
Gemilerin Dizaynı ve “T”ye Almak
18’inci yüzyıldaki diğer bir kısıtlama, gemilerin dizaynıydı. Hareket serbestisi, manevra güçleri ve süratleri, taktiklerin belirleyicisiydi. Örneğin, gemiler, rüzgâra karşı seyredemezlerdi. Seyir için, en az 67 derece açıya ihtiyaç duyarlardı. Süratleri, seyir sırasında rüzgâra karşı yaptıkları açıya ve yelken sayısına bağlıydı. Gemilerin dümen tuttukları rotada da gitmeleri mümkün olmaz, rota düzeltmeleri gerekirdi. Rüzgâr üzerinden dönmek mümkündü; ancak gemi üzerinde baskı oluştururdu. Onun için rüzgâr altından dönüşler tercih edilirdi. O günlerin şartları ile bugünkü parametreleri karşılaştırmak gerekirse gemilerin süratlerinin aşağı yukarı 6 km/sa veya 3,23 knot olduğu not edilebilir. Gemiler arası top düellosundaki menzil, 800 metreden fazla değildi. Aslında etkin menzil de 200-500 metre civarındaydı. Sorun sadece menzil değildi; atış hassasiyeti ve atış açıları da sorunlar arasındaydı. Bu arada, geminin dalgalardan kaynaklı oluşan yalpa zamanlarında, namlusunun hedeften sapmaması gerektiğini düşününce, problemin zorluğu daha iyi ortaya çıkar. Topun yüksekliğini ayarlamak da ayrı bir sorundu. Toplar, ayrıca geminin baş ve kıç tarafında ateş edemezdi. Dolayısıyla topların hedef hattına döndürülmesi için, tüm geminin döndürülmesi gerekiyordu. Topların yeniden atışa hazırlanma süresi de yaklaşık olarak 1 dakikaydı.
İletişimdeki kısıtlamaların üzerine, bir de silah menzilleri kısa olunca, düşman üzerinde yeterli ateş gücünü aynı anda oluşturabilmek için, her şey kısa mesafelerde yapılmak zorundaydı. Yavaş hareket eden gemileri, birbirine yakın halde manevra yaptırarak düşmana aynı anda ateş edebilecek pozisyona getirmek de ayrı bir maharet istiyordu. Üstelik bu manevra, düşmanın manevrasına karşılık verecek şekilde yapılmalıydı.
Düşmanı tüm silahlarınızla ateş altına alırken onun ateş etmesine engel olmanın yolu, düşmanın ilerleme hattında, onu 90 derecelik açı ile kesmekten geçiyordu. Manevranın adı, düşmanı “T”ye almak olarak adlandırıldı (Şekil 1). Özellikle 18’nci yüzyıldaki gemiler, baş ve kıç tarafa ateş edemediği için bu taktik tercih ediliyordu. Daha sonra, sadece daha fazla ateş gücünün, daha az sayıda gemi üstünde bulundurulması nedeni ile tercih nedeni oldu. Ben de meslekteki ilk yıllarımda katıldığım tatbikatlarda, güdümlü mermi atışlarını müteakip yapılacak top taarruzları için, “T”ye alma manevrasına dair hesaplamalar yapmıştım.

Diğer taktik de düşman kolonunu, kendi iki kolonunuz arasında bırakmaktı, bu çifteleme olarak adlandırıldı. Bu taktik, ateş gücünün ikiye katlanmasını sağlardı. Ama şüphesiz ki sürat üstünlüğü gerektirirdi.
Bu arada, rüzgârın değişme durumuna göre, gemiler uygun nizama alınmalı ve toplar ateşe başladığında, düşmanın tüm gemileri, sizin tüm gemilerinizle ateş altına alınabilmeliydi. Bu düşünce paralelinde, denizde ihtiyat (yedek) kuvveti de olmadı. Düşmana daha başlangıçta ateş etmeyen gemi, ihtiyat değil, ateş edememiş gemi olarak görüldü. Halen de öyledir.
Dünyadaki deniz kuvvetlerinde, Sanayi Devrimi ile birlikte, yani 1865-1914 yılları arasında; daha fazla zırh, hareketlilik ve silah konusunda birçok yenilik yaşandı. Gelişmelerin savaşa adapte edilmesi için, yeni taktikler gerekiyordu. Matematiğin taktiğe uygulanması için, yoğun enerji harcanıyordu. Gemi dizaynlarına etki eden mühendislik, taktiğe de etki ediyordu. Yelkenden buhara geçiş, ilk olarak gemilerin menzillerinin azalmasında kendini gösterdi. Gemiler, periyodik olarak kömür ikmali yapmak zorundaydı. Sınırlı seyir süresi, abluka harekâtlarını etkiledi. 1880’lerde, İngilizler hâlâ buharla çalışan; ancak yelkenleri de olan gemiler inşa ediyorlardı. Buhar, gemilerin rüzgâra karşı seyretmesine olanak sağlamıştı ve en hafif rüzgârda dahi düşmana istediği açıdan yaklaşabiliyorlardı.
1853’teki Sinop Baskını, maalesef tarihe yeni teknoloji kullanımı ile de geçti. 1898 yılındaki İspanya-ABD Savaşı’nda, top mermilerinin zırhı deldiği görüldü. Ancak bir sorun vardı. Hareketli hedefler vurulamıyordu. Atış kontrol probleminin de çözülmesi gerekiyordu. 1900’lerde, savaş artık değişiyordu. Ruslar gülle ile değil, hedefte patlayan mermiyle ateş etmişlerdi. Sonrasında, torpido, yaygın olarak gemilere kullanılmaya başlandı. Mahmuzlama (çarpma), artık taktiklerin içinde sayılmıyordu. 1910 yılında, 15,24 cm top, 30,48 cm’lik toptan 8 kat hızlı atış yapabiliyordu. 30,48 cm’lik top da 15,25 cm’liğin 8 katı enerji üretebiliyordu. Sorun, 15,25 cm mermisinden 8 kat daha ağır olmasıydı. 15,24 cm mermiler bile 48 kiloluk ağırlığı ile bir askerin taşıyabileceğinden fazlaydı. Özel asansör sistemleri gerekiyordu. Topların ağırlığı, gemilerin tonajlarında doğrudan etkiliydi. Büyük çaplı mermilerin isabet sorunları da ortaya çıkınca, Almanya ve İngiltere arasında 1916 yılında cereyan eden Jutland savaşında, iki tarafın birbirlerine isabet oranı, %3 oldu. Jutland’da, “T”ye alma manevrası yapılırken İngiliz filosunun en başındaki gemi ile son gemi arasındaki mesafe, 10 deniz milini bulmuştu. İngilizler, filonun tüm topları ile Alman gemilerini ateş altına alırken Almanlar tüm toplarını kullanamadı.
“T”ye alma manevrası, sürat ve ehil manevra gerektiriyordu. Sürat ve manevra sorunları çözülürken dizaynda, zırh ve cephane de düşünülmek zorundaydı. Zırh ve cephane, ağırlık demekti. Çok çeşitli çapta top, taşınmak zorunda kalınan farklı cephane manasına geliyordu.
Savaş hattındaki taktik düşüncesinin içinde, cevapları çok sayıda kitap kaplayacak şu sorular vardı:
- Ateş gücünün nasıl dağıtılacağı
- Düşmanın “T”ye nasıl alınacağı
- Destroyer sürüsüne karşı ana kuvvetin nasıl savunulacağı
- Seyrüsefer nizamından savaş nizamına nasıl geçileceği (2’li, 3’lü hatlardan, tek hatlı savaş düzenine geçilmesi)
- Keşif hatlarının nasıl organize edileceği
“T”ye alma manevrası, taktik manevrayı tek gemi hattına indirmişti; ancak İkinci Dünya Savaşı ile bu basitlik sona erdi. Bu sorulardan sadece bir kısmı, format değiştirerek geçerliliğini korudu. Örneğin; ateş gücünün nasıl dağıtılacağı, günümüzde top saldırılarının değil; ama kısıtlı sayıda güdümlü merminin nasıl kullanılacağı ile ilgilidir. Belki artık destroyer sürüsü yok; ama insansız deniz ve hava araçları gündemde. Keşif, her savaşın ayrılmaz bir parçası olarak gerekliliğini korumaya devam ediyor.
“İzle, Adapte Ol, Karar Ver ve Harekete Geç”
Denizde taktik, diğer harp alanlarında olduğu gibi “izle, adapte ol, karar ver ve harekete geç”(Şekil 2) çevriminin içindedir. Düşmanın çevrimi çalıştırmasını engellemek veya yavaşlatmak da taktiğin parçası olabilir.

Düşmanı daha iyi izlemek, ondan daha uzağa bakabilmeyi gerektirir.Uzağa bakmak için de elektronik izleme, radar, optik cihazlar, keşif uçakları, denizaltılar, uydular ve aklınıza ne gelirse kullanılır.Her gün daha fazla insansız araçlara doğru gideceğiz gibi gözüküyor. Bazı durumlarda, sensörlerin mümkün olduğu kadar yukarıda olması gerekir. Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren, önce zeplinler, sonra uçaklar kullanılmaya başlandı. Yön bulucu telsiz dinlemeleri de bu çabalara destek oldu. Radarlar, denizde savaşın seyrini değiştirdi. İkinci Dünya Savaşı’nda, çok konuşulmasa da Japonların, Pasifik’te darbe almasının en önemli nedenlerinden biri, radarın ABD Donanması tarafından etkin olarak kullanılmasıydı. Radar teknolojisi, sadece gemileri görmek için değil, yoğun uçak saldırılarına karşı yaklaşmalı tapaya (proximity fuze) sahip mermi üretiminde de kullanıldı. Bu mermiler, uçaklara fiili olarak çarpmak zorunda değildi. Radar paralelinde, elektronik harp aracılığı ile dinleme de ABD Donanmasının önemli bir aracı oldu. Gemilerin radar anten yükseklikleri ve elektronik harp cihazlarının fiziksel konumları, daha fazla menzil artırımına yetmeyince, havadan erken ihbar uçakları ve elektronik harp helikopterleri kullanılmaya başlandı. Uydular da izlemenin bir parçası oldu. Ancak her birinin kendine has kısıtlamaları vardı. Örneğin, 1999’da, Kosova’da yapılan NATO harekâtında, meteorolojik koşullar, 78 günün sadece 24 günü hava harekâtı için uygun ortamı sağladı. Sonuçta göreceli küçük bir coğrafyada, zayıf muhasıma karşı yapılan hava harekâtı, sonucu almak için yeterli olmadı.
Düşmanın izlemesine mâni olmak da taktik savaşın bir parçasıdır. Kamuflaj, aldatma harekâtı, elektronik karşı tedbirler, zig-zag manevraları ilk akla gelen tedbirlerdir. Bugün, gözetleme için insanız hava aracı kullanımına karşı, Rusların GPS karıştırması yaptığına ilişkin bilgiler, açık kaynaklarda yer almaktadır. Buna karşılık, ülkeler, insansız hava araçlarının konum belirlemesi için, farklı teknolojileri araştırmaya devam etmektedirler.

Adapte olmak da savaş sahasında olana bitene hâkim olabilmektir. Taktik resme vâkıf olmak da denir. Napolyon’un en büyük sırrının, harekât sahasına, rakiplerinden önce ordusunu konuşlandırarak coğrafyayı ve hareket tarzlarını çok iyi çalışması olarak aktarılır. Tek bir hedefi tespit edebilmek, her zaman önemli olmayabilir. Önceliklerin belirlenmesi, havada ve karada dost ve düşmanın sürekli takip edilebilmesi gerekir. Sürekli takip; istihbarat, komuta kontrol sistemleri, taktik veri sistemleri ile sağlanır. Maksat, komutanın çevresinde olup biteni bilmesidir. Olup biteni anlamak için yapılan hareketlerin bir kısmı, taktiğin ilgi alanına girebilir. İçinde insan da olan komuta kontrol sistemleri, bilgiyi ne kadar önce karar vericilere sunarsa o denli etkili olur.
Karar vermek, olana bitene hâkim olmayı gerektirir. Dost ve düşman her savaşan için; kim, nerede ve ne yapıyor sorularının cevapları verilmeye çalışılır. Karar, büyük çoğunlukla eksik bilgiye dayanılarak verilir. İşte harbi sanat yapan, insanı karar verme sürecinin ayrılmaz parçası yapan kısım da burasıdır. Karar verme, eldeki bilgilere istinaden en doğru kararın verilmesini sağlayan komutanlık fonksiyonudur. Hızlanan savaş ortamında, komutanların karar vermelerine destek olacak komuta kontrol fonksiyonları, müthiş bir ivme kazanmıştır. Bu, bitmek bilmeyen bir süreçtir. Operasyonel ve taktik planların, değişikliklerin gönderildiği, görev ve her türlü emrin iletildiği süreç olarak görülebilir. Her ne kadar OODA (Observe, Orient, Decide, Act / İzle, Adapte Ol, Karar Ver, Harekete Geç) çevriminin yaratıcısı, bilginin iletilmesi ve geri beslenmesi konusunu detaylandırmamış ve konuyu sadece uçak bazında değerlendirmiş olsa da iletişimi de bunun içinde görürsek, taktiğin bir parçası haline gelir.
Harekete geçme, taktiğin tam da içinde olduğu safhadır. Düşman ne kadar önce ateş altına alınırsa o kadar iyidir. “Önce vur, süratli vur” şiarı, senelerdir her topçuluk kamarasında yazılıydı. Arap-İsrail Savaşı ile dikkatleri çeken güdümlü merminin kullanım şekli; top atışı yapmak için en uygun konumun alınması, kendini savunmak için yapılacak manevralar, kendini savunmak için aldatıcı atış, diğer manevra ve hareketler gibi taktiğin konusudur.

Tüm çevrim, birbirinin içinde tekrarlanır durur. Kâğıt üzerinde kolaydır; ama savaşta hiçbir şey barış zamanındaki kadar kolay değildir. Savaşın yarattığı zorluklar devreye girer. Bir yandan da düşmanın çevrimi işletmesine mâni olma veya yavaşlatma mücadelesi verilmek zorunluluğu vardır. Onun ateş gücünü sizin üzerinize tevcih etmesine savunma ile engel olurken sizi keşfetmesini de engellemek önemlidir. Komuta kontrol kabiliyetlerini bozmaya çalışmak da taktiğin önemli bir adımıdır.
Teknolojinin ve taktiğin gelişimiyle gemiler, kendilerini, imal edildikleri görevler dışında kullanılır buldular. İkinci Dünya Savaşı, neredeyse mayın gemileri hariç tüm gemilerin, amaçları dışında kullanıldığı savaş oldu. Uçak gemilerinin darbe ve destek rolleri değişti. Silahlı keşif için üretilen ağır kruvazörler, bu görev hariç neredeyse her şeyi yaptılar. Destroyerlere liderlik yapmak için dizayn edilen hafif kruvazörler, kendilerini uçak gemilerine hava savunma refakati sağlarken buldu. Konvoyların pupasını ve yanlarını torpido saldırılarından korumak için denize indirilen destroyerler, artık denizaltılara karşı koruma görevlerine verilmişlerdi. Daha ilginci, ileri gözetleme ve savaş gemilerine saldırı için görevlendirilmesi planlanan denizaltıların ana görevi, ticaret gemilerine saldırı oldu. Denizaltıların yarattığı tehlikenin büyüklüğü fark edilince, en önemli görevi, Soğuk Savaş sırasında Sovyet denizaltılarını izlemek olan Knox sınıfı fırkateynler inşa edildi (Ülkemizde Tepe sınıfı fırkateyn olarak hizmete girmişlerdir).
Savaş sırasında denizaltının kullanımı, taktik düşünürler tarafından neredeyse ilk sıraya koyuldu. Nakliye gemilerinin korunması için nasıl bir seyir düzeninin uygulanacağı, denizaltılara karşı yaklaşma metotları, denizaltıların karakol sahaları ve onları koordinesi, önemli hususlar olarak değerlendirildi.
Uçak gemileri sayesinde, Pasifik Okyanusu’nda, su üstü gemilerinin birbirlerini görmedikleri savaşlar oldu. Uçak gemilerini düşmanın menziline sokmadan, uçakları hedef üzerine gönderebilmek; uçak gemilerini savunmak üzere su üstü gemileri ile perde oluşturmak; uçak ve denizaltılarla keşif yapmak (keşif etkinliği); güverteden kalkacak görev kolunda torpido, bombardıman ve avcı uçağı dengesini koruyabilmek; uçakların kalkış zamanı, uçakları havalandırmak için geçecek zaman, uçakları kaldırmak için gerekecek süre, birden fazla uçak gemisi ile yapılacak operasyon gibi birçok konu, çözülmesi gereken taktik problemler oldu. Uçak gemilerinin sayısı arttıkça, uçak gemisi gruplarının kaç uçak gemisinden oluşturulması ve nasıl korunmaları gerektiği tartışıldı.
Pasifik Savaşı, uçak gemilerinin birden fazla görev almasına da neden olmuş; taktik, komutanları zor kararlar almaya itmişti. Çıkarma yapan amfibi kuvvetlerini korumak veya düşmanı imha etme görevleri arasındaki seçimi, hem Japon hem de ABD’li komutanlar yapmak zorunda kalmıştı. Ben de Deniz Harp Akademisi giriş sınavlarına hazırlanırken onlarca taktik problem üzerinde çalıştım. Durum muhakemesi sorularında, problem, çoğunlukla gerçek hayattaki gibi, her seferinde bir seçim yapmayı gerektiriyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonu yaklaştığında, teknolojik gelişimin ve onun için geliştirilen taktiğin sonuna gelinmişti.

21’inci Yüzyılda Taktik
21’inci yüzyıl ile teknoloji gelişimi ivme kazandı. COVID-19 ve sonrası dönemde, savunma teknolojisi gelişiminin nasıl bir ivme izleyeceği belirsiz. Ama bugün, silahların sürati (torpido, füze vb.) inanılmaz ölçüde arttı. Gemilerin manevrası ve sürati, artık kuvvet konsantrasyonu ve ilk darbeyi vurmak için eskisi kadar önemli değil; çünkü silahlar çok hızlı ve uzun menzilli. Bugün, sürat ve manevra yeteneği, gizliliği sağlamak ve düşman silahlarından sakınmak için önem arz ediyor.
Artık bir torpido ile gemi batırılabileceği biliniyor. Silahların menzillerindeki artış, karada konuşlu unsurların da deniz savaşına etki etmelerini sağladı. Geçtiğimiz yıllarda, Lübnan’dan ve Yemen’den atılan güdümlü mermiler, hedeflerindeki gemilerin hasar almasına neden oldular. Bir yandan komutanların aklındaki başka bir konuyu da not etmekte fayda var. Her atılan füzenin de hedefe değer olması gereklidir. Savaş da bir ekonomi olduğuna göre, atılan füzelerin de bir sonucu mutlaka olacaktır. Yanlış değerlendirme ile balıkçı gemisine atılacak milyon dolarlık bir füze, lojistikçi veya kaynak sağlayıcı için boşa giden milyon dolar, denizdeki komutan için ateş altına alınamayan başka bir düşman gemisi, kendisine saldırı gerçekleştirebilecek boşta kalmış bir platform manasına gelebilecektir.
Keşif sistemlerinin menzilleri de silah menzilleri ile artmak zorunda kaldı. Keşif alanı, su altı ve uzayı da kapsayarak genişledi. Savaşların başlangıç zamanını belirlemek zorlaştı. Dolayısıyla birlikleri rakipten önce hazır hale getirmek de önem kazandı. Taktik komutanlar, ateş gücüden feragat gerektirse de keşif için daha fazla zaman ve efor harcamak zorunda kalacak gibi gözüküyorlar. Eğer saldırı ve sonrasında savunma için de yeterli konsantrasyon sağlanamaz ise etkin bir keşif-gözetleme, saldırılardan korunmak için önemli bir faktör gibi duruyor.
Teknolojik değişimin insansız araçlara ve enerji silahlarına yöneldiği günümüzde, ortaya, dünden farklı gözüken taktik uygulamaların çıkması kaçınılmaz. Taktik prensiplerin değişmesini beklemenin hata olduğu değerlendirilmektedir. İyi uygulama, iyi teoriden doğar ki teori, temelde bilimseldir. Ancak askerliğin sanat yönü, teknolojiyi ve kaynakları iyi kullanabilmekten geçer. Teknoloji üreticileri, askerlik sanatı üzerine ne kadar katkı alırlarsa ortaya çıkartacakları ürünler, rafta duran değil, etkin olarak kullanılan malzeme ve hizmetler olacaktır.

Belki de COVID-19 krizi, insansız araçlara geçişimizi hızlandıracak. Gemilerimizde, daha fazla insansız su üstü ve hava aracı muhafaza edecek yer yapmak zorunda kalacağız. On yıl önce, sadece birkaç kişinin hayalinde olan denizaltılardan atılabilecek İHA’lar, artık denizaltı dizaynlarında tartışılıyor. Belki bazı gemilerin helikopter hangarları, Amazon firmasının rafları gibi İHA’lar dizili hangarlar haline getirilecek. Lazer silahları için gerekli enerji miktarı, kullanılacak diğer silahların etkinliğini belirleyecek. Elektronik izleme ve karıştırma kabiliyetli insansız su üstü araçlarının düşmana kaybettireceği zaman, belki de bir savaşın önemli dönüm noktası olacak. Mayın olduğu değerlendirilen sahalardan, artık önce mayın gemileri değil, gemilerden indirilen insansız araçlar geçecek. Kıyı sularında yakın koruma görevini, çok uzun olmayan zamanda bu araçlar yapacak. Gemilerin komuta kontrol merkezlerine, İHA’ları kontrol etmek üzere ayrı konsollar konulmak zorunda kalınacak. Belki de bugünün lojistik gemileri veya nakliye gemileri, insansız araçlar konuşlandırarak ve onları kontrol ederek harekâta destek sağlayabilecek; böylece yarının etkin gemileri olabilecekler. Çok şey değişmeye hazır; ama mücadelenin prensipleri değişecek gibi durmuyor. COVID-19 ve benzer fırtınaların ne rüzgârlar estireceği ise şimdilik belirsiz.

Kaynakça
- Sinan Topuz, Modern Deniz Harbini Anlamak, Alibi Yayımcılık, 2015
- Sinan Topuz, Geçmişten Hatalar Geleceğe Dersler İnisiyatif, Algılar ve Gerçekler. 1915 Jutland’ın, 104 yıl sonra bize söyledikleri, Deniz Enstitüsü, Mavi Vatan, Nisan 2020
- Wayne P Hudges, Fleet Tactics and Naval Operations, Naval Institute Press, 2018
- Milan Vego, Operational Warfare at Sea, Theory and Practice, Routledge London and New York, 2009
- Spencer C Tucker, Handbook of 19th Centruy Naval Warfare, Sutton Publishing, 2000
- Norman Friedman, Naval Power Battleships Guns and Gunnery in the Dreadnouth Era, Scaforth Publishing, 2008
- Anthony H. Cordesman, The Lessons and Non-lessons of the Air and Missile Campaign in Kosovo, Preager 2001
- Wayne P Hudges, Naval War Collage Review, Volume 39 Winter